19 Aralık 2011 Pazartesi

PAT METHENY TRIO




Uzun zaman oldu; blogum için parmaklarımın klavyeyle buluşması. Bir şeyler bu sefer farklı gidiyordu; alışılmadık. İstemeden, belkide isteyerek, sıkıştığım monte ettiğim kutuda bir kaç delik açmalıydım; ya da kapağını aralamak. O kapak geçtiğimiz ay Pat Metheny için aralandı.

Bill Stewart

Gömülmüş olduğum iş yığınının içinden, ısrarla çalan telefonum çekip çıkardı. Çok sevdiğim bir arkadaşım; "Akşam konsere gidiyoruz" dedi. Algısı o an tüm sosyal olanaklara, hayatın ritmine kapalı olan, kapitalizmden kaçtığını sanan ama kapitalizmin kölelerinden biri olarak hayatını devam ettirmeye çalışan asosyal biri haline gelmiş ben için kurulmuş en güzel cümleydi.


Buluşma anı gelip çattığında, iş çıkışı olmasından dolayı açlıkta kendini göstermeye başlamıştı. Nişantaşı sokaklarında karnımızı doyuracak mekan ararken, zaman kısıtından da dolayı ilk gördüğümüz markete girip, aldığımız soğuk sandviçlerle Nişantaşı Sanat Parkı'nın banklarından birinde buluyoruz kendimizi. Uzun zaman olmuş yaşadığım kentte, akşam saatlerinde bir bankta oturup bir şeyler atıştırmayalı. İşte o zaman anlıyorum kaybettiğim zamanda, kaybettiğim anıları. Başka ülkelerde, başka tatları almaya çalışırken, asıl tadın çok uzaklarda olmadığını.

Ve Konser Anları:

Bir yere ait olmadığını hisseder bazen insan; zamanda kaybolduğunu. Sonra duramaz yerinde, durduramaz kendini. Sanki diken üstünde oturuyordur. Ya da heyecanlandığında yaşar bunları. İçi içine sığmaz. Bağırmak, haykırmak ister; ama tutar ortam gereği. Büyüdükçe büyür içinde. İşte böyle başladı ve böyle bitti Pat'in konseri. Önce bir şeyler ters gidiyordu sanki. Akustikte mi problem vardı; enstrümanlarda mı; ama hiç biri değildi. Farklı olan müzikti. Seni önce sallayan, sonra yuvarlayan, sonra da kaçmazsan pışpışlayan. Ve huzuru bulduğun an, bitiveren...

Bir daha gelir mi, ya da bir daha dinleyebilir miyim onu başka ülkelerde bilmiyorum ama, unutmayacağım konserler arasında yıldızlı pekiyiyle yerini aldığını söyleyebilirim.

                                                                                                          Larry Grenadier

Ps: Bu yazının son noktası konulduktan sonra teknolojinin kurbanı olup yeniden yazılmaya mahkum olmuştur. İlk heyecanla yazılmadığından, sanatçının enerjisinin ve başarısının yazıyı okutacağı umut edilmektedir :)

Pat Metheny Kimdir?

Caz tarihinin gelmiş geçmiş en önemli figürlerinden biri olarak kabul edilen Metheny, kariyerine kadim dostu piyanist Lyle Mays'le beraber oluşturduğu grubuyla başladı. Bu grupla kaydettiği Offramp, Travels, First Circle gibi albümler başta olmak üzere arka arkaya 7 tane grammy ödülü alarak rekor kırdı.

David Bowie ile yaptığı The Falcon and The Snowman adlı soundtrack çalışmasından öıkan The Falcon and The Snowman adlı soundtrack  çalışmasından çıkan This is not America adlı single, Metheny'i dünyaca tanınan bir star haline getirdi. Çok öenmli bir doğaçlama ustası olan Metheny, Ornette Coleman ile beraber 1885 yılında çıkardığı Song X adlı albüm ile caz camiasının dikkatini çekmişti. Ayrıca kariyerinde Derek Bailey, Jim Hall gibi pek çok saygı duyduğu ustasını da unutmayan Metheny, farklı tarzlarda yaptığı çalışmalarla da çok yönlü bir gitarist olduğunu gösterdi.


Modern caz dünyasının en yetenekli piyanistlerinden biri olan Brad Mehldau'yla kaydettikleri albümler ve Metheny'nin bu kayıtlarda kulandığı Kanadalı lütiye Linda Manzer tarafından Metheny için özel üretilen 42 telli pikasso gitarıyla çıkardığı tonlar, tüm müzikseverlerin dikkatini çekti. Tam bir enstrüman delisi olan Metheny, tine geçmişte yayınladığı deneysel besteci Steve Reich'ın Electric Counterpoint adlı eseri gibi deneysel bir çalışmaya el atıp ve çoğunu kendi ürettiği enstrümanlarla 2009 yılında Orchestration albümünü kaydetti.

Geçtiğimiz ayda da What's It All About adlı bir solo gitar albümü yayınlayan Metheny, üçlüsü Larry Grenadier, Bill Stewart ve 42 telli pikasso gitarıyla bizlerleydi.

26 Kasım 2010 Cuma

Ve Zaman Geldi..:) {Pink Floyd Balesi}

Nasıl anlatılır, neresinden başlanılır inanın toparlayamıyorum. Klişe olacak ama, hani derler ya "Anlatılmaz Yaşanır" diye işte böyle bir gösteriydi Pink Floyd Balesi benim için. Pink Floyd şarkılarını isterseniz sevmeyin ya da Bale izlemekten hiç hoşlanmayın; ama bu gösteriyi izlerken inanın bir bütün olarak kucaklıyorsunuz tüm çalışmayı.

Gidemeyeceğim, nasıl yapsam derken davetiyemi kapıp koştum İstanbul Kongre Merkezi yollarında. Ne kıyafetim ne de başka işler güçler önemliydi benim için. Ya şimdi ya da kimbilir ne zamandı çünkü. Bir zamanlar bir arkadaşımın avuçlarıma koyduğu albümler farklı bir ruhla hayat bulacaktı çünkü. Ve o ruhun güzeliğini hissetmeye sadece dakikalar kalmıştı.

Salona benim gibi giden kaç kişi vardı acaba. Üzerimde kot, sweatshirt, spor ayakkabılarımla tıngır mıngır giyinen pek değerli izleyicilerin yanında kendimi bir an tuhaf hissettim. Sonuç da bale demek zerafet demekti birçoğumuz için. Ama dedim ya gözümü karartmıştım bir kere ve hiç bir şey umrumda değildi.

Ve Gösteri Başladı..
Bir sürü şey yazmak istiyorum buraya. Dansçılardan, müziklere, kareografiden sahne tasarımına kadar ama hiç birinden bahsederek merakınızı gideremeyeceğim, üzgünüm :/ Ama iyi bir şey yapıyorum sizler adına.. Gidin, güzel kırmızı koltuğunuza yerleşin ve soluksuz 90 dakikanın her saniyesini dolu dolu yaşayın; neler olacak merakıyla.

Fotoğraf çekmek çok isterdim ama malum kurallara uymak lazım, olmadı; ama üzülmedim de pek, o zaman saniyelerim tamamlanamazdı.

Ve Teşekkürler, sevgili showhow ekibine.. Bizlere bu güzel olanağı sundukları için. Cicili bicili kıyafetleri ve güler yüzleriyle bizleri karşılayıp yine aynı güler yüzleriyle uğurladıkları için. Ve sevgili Tolga'ya ayrıca teşekkürler :)

24 Kasım 2010 Çarşamba

Ve Sonun Da Pink Floyd Balesi - Bugünse Niyaz:)

İki güzel etkinlikten bahsetmek istiyorum sizlere. Normalde etkinliğe gittikten sonra yazarım, fotoğraflarını paylaşırım ama bu sefer dayanamadım erken gitti parmaklarım kalavyemin tuşlarına. İlki tabiki de Pink Floyd Balesi. Sakın "o ne; Türkiye'de mi?" demeyin alınırlar size valla :p :) Neyse ki geç kalmış değilsiniz. Çünkü ilk gösteri yarın. Ve Cumartesi gününe kadar sizi tam 5 gösteriyle kucaklıyorlar. {Yani ah kaçırdım, tüh tüh bir işim çıktı diyerek kaçma "durumlarınız" olabildiğince azalmış durumda ;)} Daha fazla detay için link hemen aşağıda. Gösteriden izlenimlerim ise çok yakında yine burada olacak:)

4 Gün 5 Gösteri

25 - 26 ve 28 Kasım'da saat 20:00'de
27 Kasım'da saat 15:00'de ve 20:00'de

http://www.showhow.com.tr/pink-floyd-balesi/

Ve Diğeri,


Niyaz'ı hiç uydunuz mu? Bu da hayırsa bu akşam ya da yarın akşam bir Babylon'a uğrayın derim. Niyaz Sufi gizemini ve trans müziğini bir araya getiren oldukça kısa süre içinde kendine geniş bir hayran kitlesi oluşturan çok renkli bir yapıya sahip. Ortaçağ İran şiirleri ve 300 yıllık İran halk şarkılarıyla 21. yüzyıl trans müziklerini birleştirerek tarihsel sınırları zorluyor. Peki Niyaz nedir derseniz hemen ufak bir bilgilendirmede de bulunabilirim:) Niyaz, Farsça ve Urduca dillerinde yakarma anlamına geliyor.

Yer: Asmalımescid Babyon
Tarih: 24-25 Kasım 2010
Saat: 21:30

Sonradan keşkelerle boğuşmamak adına her iki etkinliği de kaçırmamanızı önemle duyururum!! :)

8 Kasım 2010 Pazartesi

21. efes pilsen blues festivali bitti


41 gunde, 20 sehirde 26 konserle gerceklesen festival dün son konserleriyle turneyi ve 21. festivalimizi tamamlamış oldu. Bu senenin genç ve dinamik olan gruplarından ve her sene çıtayı yükseltmemizden belki de, 21 yılın seyirci rekorunu İstanbul'da kırımış da oluyorduk.





 ÇEKTİĞİM BAZI KARELER:)
Dolu dolu geçen bir festivalden sonra neler anlatılabilir ki.. özellikle bir çok şeyi biriktirdiyseniz. Genç oldukları için sıkıntı yaşanır korkusu, yerini mükemmel bir sorunsuz seyehate bıraktı. Sürekli kulakları çınlatan şen kahkahaların, yolculuklarda bile bitmeyen müziğin, eğlencenin, paylaşımın festivaliydi..
Örneğin Cumartesi İstanbul konserinde yaşanan bir olaydan bahsedecek olursak; Mitch Woods'un grubu tek tek sololarini yaparken, yaklasik son 10 konserdir gitarist Adam, solosu esnasinda Baris Manco'nun 'Lambaya puf de' parcasindan tonlar calmaya basliyordu ve sarkinin ilk 4 misrasini okuyorlardı. Seyirci de bunu duyunca coskuyla karsilik veriyordu her seferinde. Cumartesi günü de ayni seyi yaptiginda, seyircilerin arasindaki Dogukan Manco soka giriyor, arkadaslarindan mesajlar yagmaya basliyor.


Sonrasinda sahne arkasina gelerek tesekkur etti. Birlikte fotograflar cektirdiler.

Turne sırasında ise aldığımız bir haber bizi şaşırtıyor. Turnenin headlinerı Kenny Neal'ın ve eserlerinin Grammy ödüllerinde 7 dalda aday gösterildiğini öğreniyoruzırasında ise aldığımız bir haber bizi şaşırtıyor. Turnenin headlinerı Kenny Neal'ın ve eserlerinin Grammy ödüllerindğreniyoruz.

Adayliklari:
"Hooked On Your Love”

- Category 1 Record of the Year (#553 on the ballot) [This is for the performance on that track]
“Hooked On Your Love”
- Category 2 Album of The Year (#503)

“Things Have Got To Change”
– Category 3 Song of The Year (#704)
[This is a songwriter award]

“Things Have Got To Change”
- Category 26 Best Traditional R&B Vocal Performance (#039)

“Things Have Got To Change”
- Category 28 Best R&B Song (#110)

“Things Have Got To Change”
- Category 46 Best Improvised Jazz Solo (#301) - Lucky Peterson

“Hooked On Your Love”
- Category 67 Best Contemporary Blues Album (#064)

Seneye kimler olacağı şu anda muamma ama her sene yeni isimleri blues severlerle buluşturan efes ve pozitifin yine birbirinden harika sanatçıları ülkemizde ağırlayacağına kesin gözüyle bakabiliriz..

25 Ekim 2010 Pazartesi

AYA İRİNİ

Akbank Caz bitti ancak yoğunluktan katıldığım hiç bir konseri yazamadım. Hiç değilse mekan olarak beni çok etkileyen, mistik, tarihi bambaşka bir yer olan Aya İrini'den bazı kareleri sizlerle paylaşıyım.
Fotoğraf çekerken, artık profesyonel bir makineye geçmelisin, oklarının sürekli başıma başıma isabet etmesi sanırım bir işaret olsa gerek:)
  ÇEKTİĞİM BAZI KARELER:)





13 Ekim 2010 Çarşamba

EFES PİLSEN BLUES ile KIBRIS'dayız..

    Kıbrıs'a ilk gelişim. Yıllar önce ayağıma kadar gelen iş tekliflerini sınavlar yüzünden erteleyip erteleyip yine iş yüzünden buraya geliyor olmam ayrı bir konuydu. Ve o kadar tuhaftır ki yıllar önce bana iş teklif eden adamla Kıbrıs Havaalanı çıkışında kafilesini karşılarken karşılaşıyordum.
    Sabahın ilk saatlerinde İstanbul’un ekim ayazında (ekimde ayaz mı olur demeyin kat kat giyindiğimiz halde donuyoruz) botlatrımı, montumu çekip çıktık babamla Sabiha Gökçen Havaalanı yollarına..Turne ekibi Antakya’dan yola çıktıklarından İstanbul’dan ekibe katılan tek bendim. Haliyle yıllarca hep yanımda birileriyle birlikte bindiğim uçak bu sefer beni yalnız kucaklıyordu.
   Çantamdaki kışlıklarım, leptop çantam ve bir giyinip bir çıkarttığım montumla o kapıdan girip bu kapıdan çıkmalarımla uçağa güç bela binebilmiştim. Sabah sersemliğimi üstümden attıran şey ise Pegasus’unyolcuları için 0-6 yaş grubu çocuklardan oluşturduğu “Yolcu Güvenliği” Videosunu izlemek oldu.(Bunu internetten araştırıp hemen bulmam lazım derken Cihan’ın “o video ben de var demesi yüzümü güldürdü” şimdiden teşekkürler :))

VE KIBRIS

   Sakın ha bulunduğunuz ilin havasına güvenip (ya da güvenmeyip) yanınıza yerli yersiz kıyafetler doldurmayın. Şuan ayağımda kışlık botlarım, üzerimde triko kazağımla sıcaktan pişiyorum. Ya bendeki de ne cesaret; Kıbrıs’a boşuna “Batmayan güneşiyle Kıbrıs” dememişler değil mi.. hadi bunu hatırlamadın bari bir zahmet edip de havadurumuna baksan..
   Bir diğer şaşkınlığım da hattımın çekmemesi oldu. Hâh şimdi yedim naneyi derken 20 dk sonra Telsimin (Burada Türkiye de batan malları batmamış olarak ya da eski isimleriyle varlığını sürdürüyor olmalarını görmek çok normal) ekranımda görünmesi ve yurtdşı tarifesi uygulamasını farketmem daha güzel oldu. Türkiye’nin bir parçası olmasına rağmen birde kimliğinle girebildiğin bu memlekette yurtdışı tarifesi uygulamak iş miydi şimdi..
   Bir diğer konu da benim otele gidişimle ilgiliydi. Ekip havaalanında saat 2’de olacağından ben 3 saat beklemeden otelime gideyim dedim.

-*Ercan Havaalanı’ndan Girne’ye (otelime) Gidiş... Sizi karşılayacak biri yoksa ya da cebinizde bol paranızla kumar oynamaya gelmediyseniz kapıda bekleyen onlarca şirket görevlisi yüzünüze bakmıyor. Paşa paşa başka alternatifler aramaya başlıyorsunuz. Bende, beni Girne merkeze 10TL ye götürecek bir servis buldum. (Bunun için de 1 buçuk saat bekledim ama olsun) Taksiye mi binmek istiyorsunuz o zaman çok rahat 90 -100 TL’yi gözden çıkarmanız gerekiyor. O da tahmini ve yolu biliyorsanız.. Bir de siz yolu bilmiyorsunuz ya oooohh dön babam dön mevlana misali.. Benim bildiğim 45 dklık yol biranda olur size 1 buçuk saat.O riske girmektense oturup bir saat beklemek çok cazip geliyor..

* Azıcık da bilgi: Havaalanı Ercan adını, 1974 Harekatı nedeni ile ilk gün şehit olan Hava Kuvvetleri Komutanlığı’ndaki Fehmi Ercan’dan dolayı almış. Bölgede bulunan Balıkesir ilçesine de adı, Fehmi Ercan Balıkesirli olduğundan dolayı verilmiş.

KIBRIS’tan İzlenimler

Kıbrıs öyle anlatılanlar gibi ( “cennet be kıbrıs” bunu diyen erkekse sakın ha inanmayın, onun cennet kavramı burda malumunuz mutasyona uğrayabiliyor.. Bayansa o konuda da yorum size kalmış...) bir yer değil. Bildiğiniz dökülüyor. Binalar sıvasız, boyaları dökülmüş, resmen ölmüş ağlayanı yok yani. Bir şey alacaksınız dükkanlar kapalı mı açık mı anlamıyorsunuz. Bidiğiniz yaşamayan bir şehir var mı? diye sorsalar “Yaşayan Ölülerin Şehri Kıbrıs’tır” diye cevap veririm sanırım.


Ulaşım bir kere çok pahalı. Taksilerde gece gündüz tarifesi var ve tarife uçuyor sanki. Bir taksiciyle muhabbetimizde taksicilerin ayda net 8 Bin kazandığını duyuyoruz. Taksilerde öyle renoult falan değil, mercedes limuzin falan. “Abi yazık oluyor bu arabalara. Buranın arabası değil bunlar. Türkiye’de otobanda gideceksin bunlarla. Bak bakalım tutabiliyorlar mı beni.” Diyor taksici. Haklı valla.. Bana verseler hız manyağı biri olarak ben bile yasakları çiğnerim çok rahat.


Hadi her şeyi geçtim arabaların direksiyonu sağda. Buna bağlı olarak şeritlerde farklı. Taksiye bindim soldan araba çıkınca şöförün görmediğini sanıp bağırıyorum “abi solda araba var” diye. Adam kaza yapmasın derken ben kaza yaptırıyordum. Yolda yürüyorsun karşıdan karşıya geçeceksin, ilk okuldan beri bize öğretilen “çocuklaar karşıdan karşıya geçerken önce sağaa sonra solaa sonra tekrar sağaa bakacaksınız” cümleleri işlevini yitirmiş, yitirmekle de kalmayıp bu cümleleri aklından çıkarmakta zorluk çeken bizlerin poposunun araba kaportasıyla buluşmasına ramak kalmış durumdaydı.

FESTİVAL GÜNÜ

Konserin gerçekleşeceği alan harika. Deniz manzaralı geniş bir alana kurulmuş sahnede Kıbrıs’ın gecesi ve blues müziği ayrı bir etki yaratıyormuş insanda.( tabi bu etkide ekipteki güzel insanların payını unutmamak gerek). Seyirci kitlesi, turistler ve yoğun olarak üniversite öğrencilerinden oluşuyor. Bu seneki sanatçıların yaş ortalamasının da daha genç olması muhtemel enerjiyi ikiye katlamakta da hiç sorun yaşatmıyor.

2010 BLUES TURNE EKİBİ

Geçtiğimiz senelerde blues festivalinin gerçekleşeceği bir ilin yerel partnerliğini yapmak çok farklı bir deneyimdi. İnanılmaz şeyler öğrenmiştim bu süreçte. Çalışmak ve her detayı gözden kaçırmadan en iyi şekilde organizasyonu tamamlamak. Bu sene ise kısmen seyirci olarak ekibe dahil olmak ilkti benim için. Bir kere grupla iletişim daha farklı oluyormuş bu süreçte. Daha rahat sohbet edebilmek, ekiple yeni anılar kaydedebilmek, ve en güzeli az müdahale ile (sürekli telsizinizde acil kapıya, burda burda sorun var, şunumuz bitti acil müdahale, teftişe geldiler evraklar.. gibi anonslar duymak gibi) müziği dinleyebilmek..


Müzikle uğraşınca farklı tatlarla bünyeyi sürekli beslemek gerekiyor; doğrusu benim bünyem bunu kabul ediyor. Tek bir tarz bir zaman sonra boğar beni. Plecebo, Muse dinlerken neden bir değişiklik yapıp ruhumu Sebastian Bach’tin Ave maria’sıyla dinlendirmeyeyim.. ya da efkarımı bluesla atmaya çalışayım dediğimde blues yeterli gelmezse kendi arabesk müziğimiz neden yardımıma koşmasın? Aynı duyguları farklı yerlerde farklı dillerde farklı mı yaşıyoruz... Bende her ruh hali değişikliğime uygun farklı müzik tarzlarını bana katıp beni yaşıyorum o an...

KÜÇÜK AMA ÖNEMLİ DETAYLAR

Girne sahiline indiğinizde bir şeyler atıştırıp içedebileceğiniz, muhabbet edip tavla da oynayabileceğiniz bir mekan Pizza Harbour Cafe.. İkinci gün bile kendimizi bir anda yine orada bulduk


• Kıbrıs’ın kırmızı eti meşhurmuş. “Balıkçılık ölü burada” diyor sevgili Efes Pilsen Kıbrıs yetkilimiz. “Burada et yemek istiyorsanız Niyazi’ye gideceksiniz.”


• Kıbrıs’ın ünlü Bellapais Manastırı kahve içmek için güzel bir yermiş. 74 Kıbrıs Harekatı’nda iki taraftan da buraya el sürülmemiş olmasına rağmen kurşunlardan kaçamayan duvarlar hala savaşın izlerini taşımakta. Aynı zamanda Manastırda bulunan da bir konser salonu varmış. Klasik müzik konserleri için salona talep de çokmuş. {Girne’den 15-20dk kadar uzaklıkta}(Biz gidip göremedik, birer kahvesini içip hatrımızı bırakamadık ama size önemle tavsiye ederim)


• Hellim Peyniri bir harika. Zaten hellim peyniri meşhurmuş buranın. Önüme her öğün getirseler usanmadan yiyebilirim sanırım(Benim gibi süt ve süt ürünlerini pek fazla tüketmeyen birinden bunu duymak inanın göz yaşartıcı. Şuan şu cümleleri babam okuyor olsa kuşkusuz kilo kilo spariş vermişti hemen)


• Yabancı içki oldukça ucuz. Ama oturduğunuz bir mekanda içki sparişi verirken aman dikkat.. Sahte içki hazırlamakta Kıbrıs çok profesyonelmiş. Şişe ile istemediğiniz sürece Efes Pilsen’den başka içki tüketmeyiniz.


• İş mi arıyorsunuz? Asgari ücretin çok az olduğundan mı şikayetçisiniz? Çalışma izni alabiliyorsanız Kıbrıs bu konuda kesin çözüm. Asgari ücret min 1100TL den başlıyor bir de memur olursanız değmesin keyfinize kimse.. min maaş 3000TL.. Daha cezbedici durum ise çalışma saatleri. Kışın sabah 08:00 iş başı akşam 15:00 paydos iken, yazın bu saat dilimleri 08:00-13:30 olarak değişiyormuş.. (notum şu ki sebzeler, elektrik, su, doğalgaz, benzin burada oldukça pahalı olduğundan alınan paranın da normal olduğu söyleniyor)


• Kaldığımız otelin en iyisi olduğunu düşünürken gelen bir davete iştirak etmemizle Cratos Casino Part Spa’yla tanışmış olduk. Daha girişteyken açılan gözlerimiz içeri girince bir daha kapanamadı zaten. Görmemişliğimizden değil de burada böyle bir yerin varlığını şahsen bilmemekten açıldı o gözler. Q Caz Bar’da manzaralı, küçük, *samimi (farklı sanatçı konseplerine burada değinmek istiyorum) bir mekan.


• Kaldığımız Jasmine Court Hotel’in oda fiyatları single 210, double 230 TL’den başlıyor. Ancak odalar o kadar geniş ki, single odaların geniş bir salonu varken doublelarda buna bir de mutfak ekleniyor.


• Daha ucuz bir yer arıyorsanız liman manzaralı eski mimarisi ile White Pearl Hotel (Harbour Cafe’nin üstü) sizin için güzel bir seçim olur. Oda fiyatları 80-90TL arasındaymış


• Elektrik biraz sıkıntı. Çünkü burada da Amerika’daki gibi 110 voltluk prizler kullanılıyor.


• Havaalanında beklemek gibi bir gaflete düşerseniz, yanınızda bilgisayarınız da varsa mutlaka bir vın da olmalı.Lakin 8 adet görülen wirelessarın hiç birinin kimse şifresini bilmiyor. Rezalet...


• Unutmadan 40TL’ye turlar sizi oradan oraya gezdirip dururmuş. Detayları bilemiyorum ama sağdan soldan duyduğuma göre alternatifler çokmuş.


Bir Kıbrıs ve Blues maceram burada biterken güzel muhabbetini, şen kahkahalarını, güleryüzlerini esirgemeyen pek değerli ekibime buradan kuçak dolusu sevgilerimi göndermeyi bir borçbilirim :)
P.S.: muhabbetten olsa gerek en az fotoğraf çektiğim yer ve etkinlik olarak kayıtlarıma geçti bu yazı.

22 Eylül 2010 Çarşamba

Babylon'da Tindersticks Geceleri..

babylon yeni sezona bomba gibi bir isimle başladı. Birbirinden güzel albümleriyle, insanların dile getiremedikleri acılarını, hüzünlerini, aşklarını, sevinçlerini anlatan duygu yüklü parçaları, bir çoğumuzun listesinde hep vazgeçilmezlerimiz arasında yer aldı. Adını, Yunanistan'da bir plajda tesadüfen buldukları kibrit kutusundan alan grup, rock altyapılarını soul ve caz öğelerle birleştirdikleri farklı tarzlarıyla tanınıyor.
Aslında iş çıkışı bir alt kattaki konseri izlemek için 4 saat beklemek ve sonrasında eve gitmek için 2 saat yol çekmek benim için büyük bir işgenceydi ama değmedi diyemem. Mekan Babylon konserde Tindersticks olunca kalabalık da had safhadaydı doğal olarak.


Grupla İlgili Notlar


Bariton bir sese sahip olan grubun ünlü solisti Stuart A. Staples’ın önderliğinde çalışmalarına devam eden grup, canlı performanslarında ve aranjmanlarında piyano, glockenspiel, vibrafon, keman, trompet, klarnet, org ve fagot gibi alışılmışın dışında enstrümanlar kullanıyor.


Tinderstick alışılmadık bir grup olduğunu çıkardıkları iki farklı parça yayınlayarak ispatladı. Birinci parça; John Barry’nin bir kaç sene sonra Fun Lovin’ Criminals tarafından da yorumlanan ‘We Have All The Time In The World’ adlı parçasıydı. İkinci parça ise bir Pavement coverı olan ‘Here’ oldu.


"İlk albümü"
all songs written by Tindersticks








1."Nectar" – 2:40
2."Tyed" – 4:11
3."Sweet, Sweet Man Pt. 1" – 0:41
4."Whiskey and Water" – 5:51
5."Blood" – 4:52
6."City Sickness" – 4:00
7."Patchwork" – 4:40
8."Marbles" – 4:30
9."The Walt Blues" – 1:08
10."Milky Teeth" – 2:52
11."Sweet, Sweet Man Pt. 2" – 1:05
12."Jism" – 6:03
13."Piano Song" – 2:40
14."Tie-Dye" – 4:00
15."Raindrops" – 6:15
16."Sweet, Sweet Man Pt. 3" – 1:44
17."Her" – 3:29
18."Tea Stain" – 2:07
19."Drunk Tank" – 4:44
20."Paco de Renaldo's Dream" – 4:22
21."The Not Knowing" – 4:58
22."Fruitless" [*]