31 Ağustos 2012 Cuma

Residencelar ve Kolaylaştırıcı Özellikleri


Rezidansların sağladığı en önemli konfor insanların günlük yaşamda ihtiyaç duydukları şeylerin bir arada ve her şeyden öte güvenli bir alanda sunulabiliyor olmasıdır. Güvenlik hizmetleri, otopark alanı, çocuklar için eğlenceli oyun parkları, sosyal olanaklar ve spor merkezleri bireylerin hayatlarını daha yaşanabilir ve kolay hale getiriyor. Rezidans yaşamında, ev ortamında ihtiyaç duyulabilecek tamir ve tadilat gibi ihtiyaçların son derece kolay giderilebilir olması, konut sahiplerinin buna zaman ve efor harcamaması da diğer avantajlar olarak öne çıkıyor.

Residence'ta Yaşam kimlerin tercihi?

Genel bir görüşe bağlı olarak sentezini yapmış olduğum bu konu; Residence-ların yoğun iş gününün sonunda eve gelen ev sakinlerinin, istedikleri birçok şeyi kolayca erişip ekstra stres yaşamadan sıkıntısız yaşamı tercih eden kişilerin tercihi oluyor. Zamanın kıymetli olduğunu hepimiz biliyoruz. Bunu düşünen bireylere, rezidans yaşamının kazandırdığı büyük ayrıcalıklardan biride değerli zamandır. Ayrıca residence'lar ekstra güvenli olmaları ve konutlarda yaşayan ailelerin sosyalleşmelerine olanak tanıyan ortamları sunması nedeniyle, özellikle çocuklu bireylerin tercihi oluyor.

Son yıllarda yapılan konut projelerinde mutfaklar, dekorasyon ve konumlandırma olarak daha çok ön plana çıkıyor. Yapılan projelerin mutfaklarında ne gibi özellikler var; ne tür konforlar sağlıyor?

Projelerimizde yaşayan sakinlerin ve örnek dairelerimizi görmeye gelen misafirlerimizin en önem verdikleri yaşam alanının mutfak olduğunu gözlemliyoruz.
Mutfaklar ailelerin toplu olarak bir araya geldiği, aslında ailelerin içinde en fazla paylaşımın yaşandığı yaşam alanlarıdır. Yemekler burada hazırlanıyor; hatta çoğu zaman burada birlikte yenebiliyor. Özellikle güne başlarken sabah kahvaltımızı yaparız ya da günün sonunda burada aile ve arkadaş sohbetleri kişileri birbirlerine daha da yakınlaştırır. Bunların yanı sıra şehirli insanların yemek alışkanlıklarının değişmesi ve mutfağın bir hobi alanına dönüşmesi de mutfağın ev içindeki önemini artırdı. Özetle mutfak, ev sakinlerinin buluşma ve zaman geçirme yeri haline dönüştü.

Aslında mutfak ve bunun yanı sıra banyo gibi alanlar, bir evin kalite standardını belirleyen alanlar oldu. Buralardaki dekorasyonun ve kullanılan ürünlerin, evin görsel algısına sağladığı katkı büyük önem taşımaktadır.

Projelerinizi diğer inşaat firmalarından ayıran özellikler nelerdir? Projelerinizi özetle tanıtabilir misiniz?

Ofton İnşaat’ın en temel özelliği projelerini, İstanbul’un merkezî noktalarındaki az sayıda arsada bizlere sunuyor olmasıdır.  Bunu yaparken önem verdiğimiz ilk nokta binaların sağlam yapılar olması ve iç mekan – dış alan estetiğidir. “Elysium” markası altında sunduğumuz projelerimizde, bina tasarımlarımızın İstanbul gibi bir dünya kentinin panoramasına yakışır olmasına özen gösteriyoruz. Tasarım, kaliteli dış cephe ve altyapı malzemeleri, tüm projelerimizin ortak özelliği olarak ön planda bulunuyor.  Bu konuda, projelerimizin hayata geçeceği bölgeye pozitif değerler sağladığımızı ve çevresinin güzelleşmesine katkıda bulunduğumuzu söylemek iddialı olmaz diye düşünüyorum. Tabii bu durum emlak yatırımcılarının da yüzünü güldürüyor. Projelerimiz prim yapıyor; sadece kendisi yapmakla kalmayıp çevre konutlarında prim yapmasına aracı olmuş oluyor.

İç dekorasyona gelince; burada da ''kaliteli ürün'' politikamızdan ödün vermiyoruz. Bütün tedarikçilerimizin kendi sektörlerinde bilinen, kalitesini ispat etmiş şirketler olmalarına özen gösteriyoruz. Çünkü çalışmış olduğumuz bu markaların kalitesi bizim dairelerimizin yaşam kalitesini belirliyor. Bu konuda Ofton Ailesi olarak çok hassas davranıyoruz.

Konut sektöründe yeni trendleri belirleyen özellikler sizce nelerdir?

Konut sektörü, yerinde saymaya çok toleransı olmayan değerli bir sektör.  İnsanların değişen ve gelişen güvenlik, lojistik ve sosyal gereksinimlerine en çağdaş koşullarda çözüm sunmanız gerekiyor. Bireyler, daha önce de belirttiğimiz gibi, tüm ihtiyaçlarının bir arada karşılanabileceği, zamandan kazanabilecekleri şehir lokasyonlarında bulunan evleri tercih ediyorlar. Akıllı Ev konsepti ile her geçen gün bulunduğumuz sektör gelişiyor.  Tüketiciler de bu konuda son derece bilinçli. Sadece dayanıklılık yeterli olmuyor çoğu zaman; estetik de talep ediliyor. Ses - ısı yalıtımı, elektrik, su ve kanalizasyon gibi altyapı hizmetlerinin son teknolojilerle sunulduğu yapılar isteniyor.  İç dekorasyonda kullanılan ürünlerin kaliteli olması, teknik destek ve bakımının sağlanabilmesi gerekiyor. Sonuç olarak konut trendlerini belirleyen en büyük özellikler öncelikle estetik, ihtişamlı iç mekanlar ve kolay erişilebilinir imkanlardır.





26 Haziran 2012 Salı

POZİTİF GÜNLER BAŞLADI!




Soğuk hava şartları, kar-kış-kıyamet derken, ısrarla söylediğimiz "yaz nolur artık" gel feryatlarıyla sıcaklar tepemizden hiç eksik olmamaya başladı. Bunun güzelliğini yaşamak için denizlere akın eden İstanbulluların dışında, şehrin kaosunda sıkışıp kalan biz emekçiler de çareyi ayağımıza kadar gelen güzelliklere akın etmekte buluyoruz. Dünyayı gezmeye gidenlere inat, dünyanın herhangi bir parçasından kopup gelen, aynı ritimle, aynı duygularla ruhlarımızı birleştiren müzisyenleri seyretmek, eğlenmek, alkışlamak da bizlere düşüyor haliyle.


Bu günleri değerlenvgdirmek adına bize mükemmel olanaklar sunan, bir zamanlar çalıştığım Pozitif'e, değerli arkadaşlarıma çok teşekkür ediyorum. Dünkü muhteşem Walk off the Earth & Nouvelle Vague "Dawn of Innocence" performanslarını kaçırdım. Ama aldığım haberler gecenin mükemmel geçtiğini, çok şey kaçırdığımı vurgular nitelikte. 

Özel kabare şovu “Dawn of Innocence” – Masumiyetin Doğuşu- ve öncesinde Gotye’nin “Somebody That I Used to Know” parçasına yaptıkları eşi benzeri olmayan coverla Youtube’da 100 milyonun üzerinde hit almayı başaran Kanadalı grup “Walk Off the Earth” , sonrasında da Türkiye’de de büyük bir hayran kitlesine ulaşan Nouvelle Vague, seksi showlarıyla seyirciyi selamlamış. 

Ben de kaçırdıklarıma yanmayı bırakarak, daha fazla üzmeden kendimi bu akşam gerçekleşecek Jessie J konserine motive oluyorum. Önümüzdeki günler harika konserlerin habercisiyken neden geçmişte kalalım değil mi ;)




Jean Charles de Castelbajac Hakkında:
28 Kasım 1949 yılında doğan Fas asıllı ünlü tasarımcı, moda ve tasarım dünyasıyla annesinin kurduğu Ko and Co şirketinde çalışmaya başlayarak tanıştı. 1969’daki ilk moda şovunu Led Zeppelin konseri eşliğinde tanıttı. Yer bezleri, sünger gibi alışagelmişin dışında kullandığı malzemelerle renk kattığı koleksiyon büyük ilgi odağı olmayı başarmıştı. Tasarımlarının yanı sıra çalıştığı isimlerle de ünlenen JC de Castelbajac, bugüne kadar Sex & The City’nin yıldızı Sarah Jessica Parker’dan, Papa Jean Paul II’e kadar birçok ünlü isim için tasarladığı kıyafetlerle adını duyurdu.

2009’da Paris La B.A.N.K. Galerisi’nde açtığı “Tyranny of Beauty” adlı serginin yanı sıra Londra’nın ünlü Selfridges mağazalarının vitrin tasarımlarını da üstlenerek yeteneklerinin sınırlı olmadığını kanıtladı. 

Walk Off the Earth Hakkında:

2006 yılında kurulan Kanadalı beş müzisyenden oluşan Walk Off the Earth, sıradışı yeteneklerini şarkılarında, düşük bütçeli müzik videolarında ve milyonlarca hit alan coverlarında gösteren bir indie grubu. Hiçbir plak şirketinin yardımı olmadan belli bir hayran kitlesi oluşturmayı başaran Walk Off the Earth, grubun beş üyesinin bir gitarı çalarak coverladıkları Gotye’nin “Somebody That I Used to Know” şarkısı ile Youtube’da 100 milyonu aşan hit aldılar. Grubun 2007’de çıkardıkları ilk albüm olan “Smooth Like a Stone on the Beach”i 2010’da çıkardıkları “My Rock” albümü izledi. Walk Off the Earth, üçüncü stüdyo albümlerini Eylül 2012’de Columbia Records’tan çıkaracak.


26 Haziran Salı                     – Jessie J
27 Haziran Çarşamba          - Efes Pilsen Sunar : ZAZ İstanbul
28 Haziran Perşembe          - Garanti Bankası Sunar : Two Door Cinema Club & Metronomy 


19 Aralık 2011 Pazartesi

PAT METHENY TRIO




Uzun zaman oldu; blogum için parmaklarımın klavyeyle buluşması. Bir şeyler bu sefer farklı gidiyordu; alışılmadık. İstemeden, belkide isteyerek, sıkıştığım monte ettiğim kutuda bir kaç delik açmalıydım; ya da kapağını aralamak. O kapak geçtiğimiz ay Pat Metheny için aralandı.

Bill Stewart

Gömülmüş olduğum iş yığınının içinden, ısrarla çalan telefonum çekip çıkardı. Çok sevdiğim bir arkadaşım; "Akşam konsere gidiyoruz" dedi. Algısı o an tüm sosyal olanaklara, hayatın ritmine kapalı olan, kapitalizmden kaçtığını sanan ama kapitalizmin kölelerinden biri olarak hayatını devam ettirmeye çalışan asosyal biri haline gelmiş ben için kurulmuş en güzel cümleydi.


Buluşma anı gelip çattığında, iş çıkışı olmasından dolayı açlıkta kendini göstermeye başlamıştı. Nişantaşı sokaklarında karnımızı doyuracak mekan ararken, zaman kısıtından da dolayı ilk gördüğümüz markete girip, aldığımız soğuk sandviçlerle Nişantaşı Sanat Parkı'nın banklarından birinde buluyoruz kendimizi. Uzun zaman olmuş yaşadığım kentte, akşam saatlerinde bir bankta oturup bir şeyler atıştırmayalı. İşte o zaman anlıyorum kaybettiğim zamanda, kaybettiğim anıları. Başka ülkelerde, başka tatları almaya çalışırken, asıl tadın çok uzaklarda olmadığını.

Ve Konser Anları:

Bir yere ait olmadığını hisseder bazen insan; zamanda kaybolduğunu. Sonra duramaz yerinde, durduramaz kendini. Sanki diken üstünde oturuyordur. Ya da heyecanlandığında yaşar bunları. İçi içine sığmaz. Bağırmak, haykırmak ister; ama tutar ortam gereği. Büyüdükçe büyür içinde. İşte böyle başladı ve böyle bitti Pat'in konseri. Önce bir şeyler ters gidiyordu sanki. Akustikte mi problem vardı; enstrümanlarda mı; ama hiç biri değildi. Farklı olan müzikti. Seni önce sallayan, sonra yuvarlayan, sonra da kaçmazsan pışpışlayan. Ve huzuru bulduğun an, bitiveren...

Bir daha gelir mi, ya da bir daha dinleyebilir miyim onu başka ülkelerde bilmiyorum ama, unutmayacağım konserler arasında yıldızlı pekiyiyle yerini aldığını söyleyebilirim.

                                                                                                          Larry Grenadier

Ps: Bu yazının son noktası konulduktan sonra teknolojinin kurbanı olup yeniden yazılmaya mahkum olmuştur. İlk heyecanla yazılmadığından, sanatçının enerjisinin ve başarısının yazıyı okutacağı umut edilmektedir :)

Pat Metheny Kimdir?

Caz tarihinin gelmiş geçmiş en önemli figürlerinden biri olarak kabul edilen Metheny, kariyerine kadim dostu piyanist Lyle Mays'le beraber oluşturduğu grubuyla başladı. Bu grupla kaydettiği Offramp, Travels, First Circle gibi albümler başta olmak üzere arka arkaya 7 tane grammy ödülü alarak rekor kırdı.

David Bowie ile yaptığı The Falcon and The Snowman adlı soundtrack çalışmasından öıkan The Falcon and The Snowman adlı soundtrack  çalışmasından çıkan This is not America adlı single, Metheny'i dünyaca tanınan bir star haline getirdi. Çok öenmli bir doğaçlama ustası olan Metheny, Ornette Coleman ile beraber 1885 yılında çıkardığı Song X adlı albüm ile caz camiasının dikkatini çekmişti. Ayrıca kariyerinde Derek Bailey, Jim Hall gibi pek çok saygı duyduğu ustasını da unutmayan Metheny, farklı tarzlarda yaptığı çalışmalarla da çok yönlü bir gitarist olduğunu gösterdi.


Modern caz dünyasının en yetenekli piyanistlerinden biri olan Brad Mehldau'yla kaydettikleri albümler ve Metheny'nin bu kayıtlarda kulandığı Kanadalı lütiye Linda Manzer tarafından Metheny için özel üretilen 42 telli pikasso gitarıyla çıkardığı tonlar, tüm müzikseverlerin dikkatini çekti. Tam bir enstrüman delisi olan Metheny, tine geçmişte yayınladığı deneysel besteci Steve Reich'ın Electric Counterpoint adlı eseri gibi deneysel bir çalışmaya el atıp ve çoğunu kendi ürettiği enstrümanlarla 2009 yılında Orchestration albümünü kaydetti.

Geçtiğimiz ayda da What's It All About adlı bir solo gitar albümü yayınlayan Metheny, üçlüsü Larry Grenadier, Bill Stewart ve 42 telli pikasso gitarıyla bizlerleydi.

26 Kasım 2010 Cuma

Ve Zaman Geldi..:) {Pink Floyd Balesi}

Nasıl anlatılır, neresinden başlanılır inanın toparlayamıyorum. Klişe olacak ama, hani derler ya "Anlatılmaz Yaşanır" diye işte böyle bir gösteriydi Pink Floyd Balesi benim için. Pink Floyd şarkılarını isterseniz sevmeyin ya da Bale izlemekten hiç hoşlanmayın; ama bu gösteriyi izlerken inanın bir bütün olarak kucaklıyorsunuz tüm çalışmayı.

Gidemeyeceğim, nasıl yapsam derken davetiyemi kapıp koştum İstanbul Kongre Merkezi yollarında. Ne kıyafetim ne de başka işler güçler önemliydi benim için. Ya şimdi ya da kimbilir ne zamandı çünkü. Bir zamanlar bir arkadaşımın avuçlarıma koyduğu albümler farklı bir ruhla hayat bulacaktı çünkü. Ve o ruhun güzeliğini hissetmeye sadece dakikalar kalmıştı.

Salona benim gibi giden kaç kişi vardı acaba. Üzerimde kot, sweatshirt, spor ayakkabılarımla tıngır mıngır giyinen pek değerli izleyicilerin yanında kendimi bir an tuhaf hissettim. Sonuç da bale demek zerafet demekti birçoğumuz için. Ama dedim ya gözümü karartmıştım bir kere ve hiç bir şey umrumda değildi.

Ve Gösteri Başladı..
Bir sürü şey yazmak istiyorum buraya. Dansçılardan, müziklere, kareografiden sahne tasarımına kadar ama hiç birinden bahsederek merakınızı gideremeyeceğim, üzgünüm :/ Ama iyi bir şey yapıyorum sizler adına.. Gidin, güzel kırmızı koltuğunuza yerleşin ve soluksuz 90 dakikanın her saniyesini dolu dolu yaşayın; neler olacak merakıyla.

Fotoğraf çekmek çok isterdim ama malum kurallara uymak lazım, olmadı; ama üzülmedim de pek, o zaman saniyelerim tamamlanamazdı.

Ve Teşekkürler, sevgili showhow ekibine.. Bizlere bu güzel olanağı sundukları için. Cicili bicili kıyafetleri ve güler yüzleriyle bizleri karşılayıp yine aynı güler yüzleriyle uğurladıkları için. Ve sevgili Tolga'ya ayrıca teşekkürler :)

24 Kasım 2010 Çarşamba

Ve Sonun Da Pink Floyd Balesi - Bugünse Niyaz:)

İki güzel etkinlikten bahsetmek istiyorum sizlere. Normalde etkinliğe gittikten sonra yazarım, fotoğraflarını paylaşırım ama bu sefer dayanamadım erken gitti parmaklarım kalavyemin tuşlarına. İlki tabiki de Pink Floyd Balesi. Sakın "o ne; Türkiye'de mi?" demeyin alınırlar size valla :p :) Neyse ki geç kalmış değilsiniz. Çünkü ilk gösteri yarın. Ve Cumartesi gününe kadar sizi tam 5 gösteriyle kucaklıyorlar. {Yani ah kaçırdım, tüh tüh bir işim çıktı diyerek kaçma "durumlarınız" olabildiğince azalmış durumda ;)} Daha fazla detay için link hemen aşağıda. Gösteriden izlenimlerim ise çok yakında yine burada olacak:)

4 Gün 5 Gösteri

25 - 26 ve 28 Kasım'da saat 20:00'de
27 Kasım'da saat 15:00'de ve 20:00'de

http://www.showhow.com.tr/pink-floyd-balesi/

Ve Diğeri,


Niyaz'ı hiç uydunuz mu? Bu da hayırsa bu akşam ya da yarın akşam bir Babylon'a uğrayın derim. Niyaz Sufi gizemini ve trans müziğini bir araya getiren oldukça kısa süre içinde kendine geniş bir hayran kitlesi oluşturan çok renkli bir yapıya sahip. Ortaçağ İran şiirleri ve 300 yıllık İran halk şarkılarıyla 21. yüzyıl trans müziklerini birleştirerek tarihsel sınırları zorluyor. Peki Niyaz nedir derseniz hemen ufak bir bilgilendirmede de bulunabilirim:) Niyaz, Farsça ve Urduca dillerinde yakarma anlamına geliyor.

Yer: Asmalımescid Babyon
Tarih: 24-25 Kasım 2010
Saat: 21:30

Sonradan keşkelerle boğuşmamak adına her iki etkinliği de kaçırmamanızı önemle duyururum!! :)

8 Kasım 2010 Pazartesi

21. efes pilsen blues festivali bitti


41 gunde, 20 sehirde 26 konserle gerceklesen festival dün son konserleriyle turneyi ve 21. festivalimizi tamamlamış oldu. Bu senenin genç ve dinamik olan gruplarından ve her sene çıtayı yükseltmemizden belki de, 21 yılın seyirci rekorunu İstanbul'da kırımış da oluyorduk.





 ÇEKTİĞİM BAZI KARELER:)
Dolu dolu geçen bir festivalden sonra neler anlatılabilir ki.. özellikle bir çok şeyi biriktirdiyseniz. Genç oldukları için sıkıntı yaşanır korkusu, yerini mükemmel bir sorunsuz seyehate bıraktı. Sürekli kulakları çınlatan şen kahkahaların, yolculuklarda bile bitmeyen müziğin, eğlencenin, paylaşımın festivaliydi..
Örneğin Cumartesi İstanbul konserinde yaşanan bir olaydan bahsedecek olursak; Mitch Woods'un grubu tek tek sololarini yaparken, yaklasik son 10 konserdir gitarist Adam, solosu esnasinda Baris Manco'nun 'Lambaya puf de' parcasindan tonlar calmaya basliyordu ve sarkinin ilk 4 misrasini okuyorlardı. Seyirci de bunu duyunca coskuyla karsilik veriyordu her seferinde. Cumartesi günü de ayni seyi yaptiginda, seyircilerin arasindaki Dogukan Manco soka giriyor, arkadaslarindan mesajlar yagmaya basliyor.


Sonrasinda sahne arkasina gelerek tesekkur etti. Birlikte fotograflar cektirdiler.

Turne sırasında ise aldığımız bir haber bizi şaşırtıyor. Turnenin headlinerı Kenny Neal'ın ve eserlerinin Grammy ödüllerinde 7 dalda aday gösterildiğini öğreniyoruzırasında ise aldığımız bir haber bizi şaşırtıyor. Turnenin headlinerı Kenny Neal'ın ve eserlerinin Grammy ödüllerindğreniyoruz.

Adayliklari:
"Hooked On Your Love”

- Category 1 Record of the Year (#553 on the ballot) [This is for the performance on that track]
“Hooked On Your Love”
- Category 2 Album of The Year (#503)

“Things Have Got To Change”
– Category 3 Song of The Year (#704)
[This is a songwriter award]

“Things Have Got To Change”
- Category 26 Best Traditional R&B Vocal Performance (#039)

“Things Have Got To Change”
- Category 28 Best R&B Song (#110)

“Things Have Got To Change”
- Category 46 Best Improvised Jazz Solo (#301) - Lucky Peterson

“Hooked On Your Love”
- Category 67 Best Contemporary Blues Album (#064)

Seneye kimler olacağı şu anda muamma ama her sene yeni isimleri blues severlerle buluşturan efes ve pozitifin yine birbirinden harika sanatçıları ülkemizde ağırlayacağına kesin gözüyle bakabiliriz..

25 Ekim 2010 Pazartesi

AYA İRİNİ

Akbank Caz bitti ancak yoğunluktan katıldığım hiç bir konseri yazamadım. Hiç değilse mekan olarak beni çok etkileyen, mistik, tarihi bambaşka bir yer olan Aya İrini'den bazı kareleri sizlerle paylaşıyım.
Fotoğraf çekerken, artık profesyonel bir makineye geçmelisin, oklarının sürekli başıma başıma isabet etmesi sanırım bir işaret olsa gerek:)
  ÇEKTİĞİM BAZI KARELER:)